26 Ekim 2016 Çarşamba

Yürümek



Yürümek;
yürümeyenleri
arkanda boş sokaklar gibi bırakarak,
havaları boydan boya yarıp ikiye
bir mavzer gözü gibi
karanlığın gözüne bakarak
                              yürümek!..
Yürümek;
dost omuzbaşlarını
omuzlarının yanında duyup,
kelleni orta yere
yüreğini yumruklarının içine koyup
                               yürümek!..
Yürümek;
yolunda pusuya yattıklarını,
arkadan çelme attıklarını
                            bilerek
                            yürümek...
Yürümek;
yürekten
gülerekten
          yürümek...

Nazım Hikmet RAN



Binlerce kez şükürler olsun.....

15 Ekim 2016 Cumartesi

Bebeli Gezi Notları - Budapeşte

Aslında artık bebek değil, yavaş yavaş çocukluğa adım atmakta olan minik bir prenses o. Fakat seyahat tarihimizde henüz 2 yaşını doldurmamış olduğu için "bebek" sınıfında uçtu, yani kucağımda ek bir kemer aparatı ile birlikte :) Yağmur'un ilk uçak yolcuğu idi, bizim de bir aile olarak ilkti aslında. Yükseklik ve hız korkuma rağmen Oktay'ın telkinleri ve kucağımda çocuğum olduğu için sakin olmam gerektiğinden korktuğum kadar kötü olmadı. Havalanmadan önce pistteki hızlanma biraz iç gıcıklayıcı olsa da, Yağmur'un uçakta sevimli tavırları, elindeki (hayat kurtarıcı) stickerları koltuklara, camlara, güneşliklere yapıştırması, uçuşun 10. dakikasından sonra kucağımda uyuya kalması derken İstanbul aktarmalı Budapeşte uçuşumuzu yaklaşık 4-4.5 saatte tamamladık. İstanbul'da gümrükten geçerken gri hizmet pasaportlulara özel damga pulu ve çeşitli saçma bürokratik uygulamalar nedeni ile de az kalsın uçağı kaçırıyorduk. Elimizde bebek arabası ile oradan oraya koşuşup duran iki deli gibi kan ter içinde koltuklarımıza oturabildik.
Bebekli uçak yolculuğu yapacaklara tavsiyem, gittikleri yere bebek arabalarını da yanlarında taşısınlar. Biz gidiş THY; dönüşü Pegasus ile yaptık. Her ikisinde de uçağın dibine kadar bebek arabası ile geldik, binmeden önce görevliler sizden bebek arabsını alıp uçağın altındaki bagaja yerleştiriyorlar. İndiğinizde de hemen veriyorlar. Aynı uygulama engelli ve yaşlı vatandaşların tekerlekli sandalyeleri için de geçerli. Aklınızda bulunsun.
Budapeşte'ye indiğimizde bizi Oktay'ın internetten rezervasyon yaptırdığı taksi karşıladı. Bu arada taksi ve otobüs şoförleri arasında çok fazla bayan şoför var. Mesela bizi karşılayan taksi şoförü de bir bayandı. Arabanın içi mis gibi parfüm kokuyordu ve tertemizdi :) Binmeden önce bebek koltuğunu bagajdan çıkardı ve Yağmur'u oturttuk. Yarım saat gibi bir süre içinde evimizin bulunduğu Buda tarafındaki kale içine gelmiştik.
Evimiz diyorum, çünkü gerçek bir evdi. Hem Oktay'ın konferansının olduğu otele yakın mesafe oluşu, hem de içinde mutfak bulunması nedeniyle booking.com'dan Oktay bu evi kiraladı. Memnun kalmak yerine aşık olduk mesela biz. Keşke bizim olsa dedik, keşke burada yaşasak dedik. Tarihi bina, kapı, pencere manyaklığım olduğu için burada 3 gece kalmak benim için yapılabilecek en güzel şeylerden biriydi. Buda tarafındaki binaların, kendimizinki de dahil olmak üzere pek çoğunda "Müemlek" yazısı görüyorduk. Çok merak ettik hatta Memlüklüler tarafından inşa edilmiş olabileceklerini bile düşündük :) :) :) Meğer "tarihi" demekmiş.
Yağmur'un evin içinde en sevdiği alan mutfak oldu. Onun yemeklerini hazırlarken mutfak masasında stickerları, boya kalemleri ve tablet ile baya keyifli zamanlar geçirdiğini söyleyebilirim.
Evin hemen yanında bulunan Prima'dan (bizdeki Migros gibi) taze sebze, meyve hatta kavanoz maması bile bulabildim. En çok korktuğum yemek sorunsalını çok kolay ve hatta zevkli bir şekilde atlattığımızı söyleyebilirim. Oktay'ın konfreransa erken gideceği günlerde mutfakta çay demleyip, omlet ve taze ekmeklerle leziz kahvaltılar yaptık. Hatta Budapeşte'de kahvaltıya hiç ektsra masraf yapmadık.
İlk gece keşif amaçlı dışarı çıktık. Karnımız çok aç olduğundan önce yiyecek bir şeyler bulmaya çalıştık. Çalıştık diyorum çünkü Buda tarafında hayat 20:00 sularında duruyor. Açık tobacco shop, market, cafe hiçbir şey bulamadık. Açık bulduğumuz iki restorandan biri İtalyan restoranı idi, zaten konferanstan çıkan ve karnı acıkan hemen hemen herkes buraya gelmişti. Biz daha sakin olan çay bahçesi kıvamında ve mutfağından mis gibi sucuk kokuları geleni tercih ettik. Aklımıza ilk gelen ve en leziz görünen Handog'tan sipariş verdik. O kadar acıkmışız ki, oktay benim tabağımı bıraktı arkasını döner dönmez kocaman bir ısırık aldım. Aman Allahım yok böyle bir lezzet! Tatlımsı bir et, sulu sulu ve nefis. Bir an Oktay ile göz göze geldik. Lan!!! Domuz eti! Adamlara sorduk evet domuz eti. Ağzımda nefis lokmam ve kafamda deli sorularla yutkundum. Sonrasında çok aç olmama rağmen devam etmek istemedim. Languş  denilen pişiyi andıran, üzerinde krema ve lahana turşusu olan kocaman bir hamur kızartması yedim. Oktay domuzcuğu mideye indirdi elbette :)
Sonrasında kale içi ve Mathias Kilisesi civarında biraz turladık ve eve dönüp yattık.
İkinci gün sabah erkenden Oktay konferansa gitti. Biz de Yağmur ile kahvaltı yaptıktan sonra etrafı keşfe çıktık. Bir önceki gün karanlıkta gezdiğimiz sokaklarda turladık, kilise civarında Yağmur'un fotoğraflarını çektim, parka gidip güvercin kovaladık. Dolu dolu geçen saatlerden sonra eve dönüp Yağmur'u uyuttum. Akşam üzeri Oktay geldikten sonra kiliseyi gezmeye karar verdik, evimiz Aziz Mathias Kilisesi'nin hemen karşısındaydı. Öğle saatlerinde ezan sesi gibi çan sesi duyuyorduk. Çok kutsal ve ruhani bir ortam tahmin edileceği üzere. Daha önce hiç bu kadar büyük bir kilise gezmemiştim. Zaten topu topu 2 tane gezdim :D en büyüğü buydu :)) Kilise gezimizden sonra kale içinde balıkçı burcunun hemen yanında, Tuna Nehri ve Parlamento Binasına karşı biralarımızı yudumladık ve otobüsle Peşte tarafına geçtik. Hayat buradaymış meğerse. Alabildiğine kalabalık, genç, yaşlı, çoluk, çocuk sokaklara dökülmüş. Tanıdık markaların hepsi bizi bir bir karşıladı :) KFC, Hard Rock Cafe vs hepsi buraya konuçlanmış. İlk günki domuzcuk maceramızdan sonra ikinci gün tavuk yemeyi tercih ettik :) Sonrasında kahvelerimizi yudumlayıp Tuna Nehri kenarında gezdik, dolaştık.
Budapeşte'de üçüncü ve son dolu dolu geçirebileceğimiz gün ise;  sabahtan Buda tarafında aynı yerlerde turladık, ara sokaklara girdik, keşfetmediğimiz hiç bir yer kalmasın istiyorduk. Bu sıralarda Yağmur genellikle arabasından insanları ve etrafı seyretti, stickerları ile haşır neşir oldu Huysuzluk yapmadı mı? Elbette yaptı. Çocuk en nihayetinde, mesela gezerken sesi çıkmıyordu ama bir mekana oturduktan sonra huysuzlanmaya başlıyordu. Burada da boya kalemleri, yapışkan çıkartmalar, masadaki peçetelikler, etraftaki değişik insanlarla oyalamaya çalıştık. Allaha çok şükür ki çok büyük bir sıkıntı çıkarmadı bize.  Öğle uykusuna yine eve geldikten sonra akşam tekrar yola revan olup Peşte tarafına geçtik. Bu kez farklı bir durakta inip Parlamento Binası ve sahil boyundan yürüyüp Peşte merkeze geldik. Ayaklarımıza kara sular inene kadar yürüdük. Yemek molasından sonra etrafı biraz daha turlayıp kahvelerimizi içtik. Son gün en çok dikkatimi çeken ayrıntı Parlamento Binasının bahçesinde, yer altı müzesine inen merdivenlerin kenarlarındaki kurşun izleri oldu. Darbe zamanından kalma kurşun izlerini bile silmemişler. Danube Shoes'un başında ağlayan kadınlar da hafızamda derin bir yere kazındı. Adamlar tarihlerinin üstünü örtmek değil; ön plana çıkarmak, gelen turist ve yerel halkın yaşamının içinde yer vermek adına çok çaba sarfetmişler. Sonuç takdire şayen.

Budapeşte ile aklımda kalan önemli ayrıntıları sıralamak gerekirse;


  • Kızları çok güzel, hatta çok çok güzel
  • Tarih kokuyor memleket, hele Buda tarafı.. hala unutamıyoruz o atmosferi
  • Gulaş çorbası bir harika. Oktay sadece çorba ile akşam öğününü bitirdi. Siz düşünün :)
  • Hospital in the Rock Museum'a içindeki kanlı görüntü ve kalıntılar nedeniyle 8 yaş sınırı olduğu için giremedik, siz giderseniz mutlaka görün. Biz çok merak ettik. 
  • Labyrinth of Buda Castle'a aynı nedenden dolayı giremedik. Çok merdivenli ve karanlık bir labirent. Kral Mathias, bir efsaneye göre Kont Dracula'yı bu zindanlarda çürütmüş. 
  • Bira sudan ucuz, evet su ile aynı fiyata hatta daha ucuz bira bulabilmeniz mümkün. 
  • Toplu taşıma kullanacaksanız mutlaka günlük ya da haftalık bilet alın. İnternetten de satın alabiliyorsunuz. Çok daha hesaplı oluyor. 
  • Adım başı müze olan bir şehir Budapeşte. Biz çok fazla tercih etmedik. Yağmur çok küçük olduğu için kapalı mekanlarda uzun süre kalmak ve adapte olamadan bir çırpıda gezmek haksızlık olurdu. Bir dahaki sefere kızımız büyüdüğünde hep birlikte tadını çıkarmaya karar vererek açık havanın bol bol tadını çıkardık. 
  • Forint'e alışmak güç oldu. Yağmur için sorduğum bir oyuncağa kadın 15.000 forint dedi. Başıma ağrılar girdi hesaplayamadım :) sonra yaklaşık 15 lira olduğunu öğrenince epey güldüm. 
  • Sigara bulmak çok zor. Vitrini, şeffaf camı, reklamı dahi olmayan minik tobacco shoplarda satılıyor. Alkolün su gibi gittiği bir yerde bu kadar zor sigara bulunması düşündürücü. 
  • Yayalara karşı çok saygılılar. Özellikle bebek arabalı olanlara karşı. Yaya geçidine adımımızı attığımız anda karşıdan gelen araba size 3-4 metre kala duruyor. İlk gün bize mi durdu acaba diye baya bakıştık Oktay'la sonra alıştık :)
  • Toplu taşıma aracına bebek arabası ile bindiyseniz bebek arabası yerinde yayalar uyukluyor taklidi yapmıyor. Derhal yer veriyorlar ve bunu yaparken çok nazikler. 
  • Marketlerde iki çeşit su satılıyor. Gazlı ve gazsız. Gazsız olanını alın, bizimkine daha yakın. 
  • Yanınızda mümkünse bir sözlük götürün. Zira hiç bir yerde İngilizce kullanmıyorlar yazılı olarak. Menüleri bile Macarca/Almanca hazırlanmış. Süpermarkette yarım saat labne peyniri aradık, süt yerine de kefir gibi ekşi iğrenç bir şey almışız anlayamadığımız için. 
  • Exchange büroları ile pazarlık yapın. Biz son gün keşfettik baya kazıklanmışız :D
Aklıma gelenler bunlar. Bir sonraki yazımda Viyana seyahatini anlatacağım. Aşağıda gezimizden, kaldığımız evden bazı karelere yer verdim. İyi seyirler :)










































14 Ekim 2016 Cuma

Gelişimsel Kalça Displazisi

Yani oturmamış kalça kemiği...

Bu terim ile tanıştığımda 2014 yılının Aralık ayıydı. Yağmur'un 2 aylıkken çekilen kalça ultrasonunda 60 olması gereken değerlerden biri 58 diğeri ise 59 du. Doktorumuz henüz çok küçük olduğunu, bir sonraki ay oturacağını söylemişti. Elbette kalça ultrasonunu çeken bir diğer doktorun Yağmuru tutmaya çalışırken bana sorduğu "ailede kalça çıkığı var mı?" ve türevi soruları ile kara kışın ortasında ter dökerken aklımdan geçenleri bir çırpıda savuşturmam ve "niçin sorduğunu" sormam karşısında aldığım "değerler tam oturmamış" yanıtı beni ne kadar tatmin edemedi tahmin etmişsinizdir.

Bir sonraki ay tekrar usg çekimi için gittiğimizde 60 olması gereken değerlerin 38-45 civarlarına gerilediğini görünce dünya başımıza yıkıldı elbette... Ne yapacağımı, ne diyeceğimi şaşırmıştım. Henüz 3.5 aylık olan kızım dünyadan bir haber ultrason ekranındaki karartılara bakıyor. Benimse gözlerimden yaşlar dökülüyordu. Doktor o soğuk aleti bebeğimin bacaklarında gezdirirken yine aynı soruyu sordu: "ailede kalça çıkığı var mı?" yok Allahın cezası! Evet ben 2.5 yaşında yürümüşüm, hatta o yıllarda ana sağlığında beni de ters çevirip popo çizgilerimi kontrol ettikten sonra hemşire anneme pat diye kalça çıkığı var bu çocukta demiş. Annem de bütün yol kucağında ben ağlaya ağlaya eve gelmiş. Yürüyeyim diye mevlütler adamış. Farklı bir doktora götürdüklerinde ise doktorun yaptığı yorum: "bu çocukta kalça çıkığı varsa ellerimi bileklerimden keserim" şeklinde radikal ve romantik olmuş...

Yağmur'un ultrason sonuçlarını doktora götürdüğümüzde ise yaptığı bir diğer saçma yorum şu şekilde oldu: "usg cihazlarımızda hatalı sonuçlar alınabiliyor. çocuğun bir tedaviye ihtiyacı var diyebilirim. başka bir hastaneye de götürmenizde fayda var" yani tam olarak böyle olmasa da, buna çok yakın şeyler geveledi. Önceki ay bize çift bez önermiş olsaydı, 1-2 fark ile oturmamış dereceler 1 ay gibi kısa bir sürede tedavi edilebilecekken, çocuğumuz belki de atel veya farklı bir rahatsız aparat ile bir kaç ay geçirmek zorunda kalacaktı. Bu yazıyı okuyan ve bebeği benzer rahatsızlık yaşayan aileler varsa tavsiyem, lütfen tek bir doktora güvenmeyin. Mümkünse özel doktora muayene ettirin, ilgi ve zaman ayırması çok önemli. Kapıda 20 hasta beklediği düşüncesi ile muayene eden doktorlar hastaya minimum zaman ayırıyor ve odaklanma problemi yaşıyor. Keşke bunu daha önce düşünebilseydik ama kötü bir hayat dersi oldu işte...

Ertesi gün Yağmur'u başka bir hastaneye daha götürdük. Tekrar usg ile bakıldı. Önceki hastanede çıkan 38-40 lı değerler (yani tam anlamı ile çıkık kalça) Allah'a binlerce kez şükürler olsun ki 53-55 arasındaydı (tam olarak oturmamış kalça) yani evet bir problem var, fakat kalça çıkık değil. Kalıtsal ve gelişimsel bir sorun var. Çok fazla araştırdım bu sağlık sorunu tamamen genetik faktörlere bağlı olarak ortaya çıkabiliyor ve kalsiyum eksikliği, yeme bozukluğu, vitamin eksikliği gibi olumsuz faktörlerden tamamen bağımsız olarak gelişiyor. Doktorumuz bize tedavi yöntemi olarak ilk ay ara bezi önerdi. Yani kocaman bir amerikan bezini (çanta bezi olarak kullanılan bezler) kalınca katlayıp bebeğin bezinin üzerine yerleştiriyorsunuz. Ayaklar olabildiğince açık olmak zorunda, ki kalça kemikleri kalçaya rahatça yerleşebilsin ve mümkünse orada kalsın. Diğer ay gittiğimizde ise değerler sadece 1 derece ilerlemişti. Doktor yetersiz gördüğü için frejka yastığı denilen bir aparat almamızı önerdi.
Üstte fotoğrafını paylaştığım aparatı Yağmur 7. ayın sonuna gelene kadar sadece geceleri kullandık (yaklaşık 3 ay). Gündüzleri yine amerikan bezi ile bacakları açık tutuyorduk. Gece yatmadan önce frejka yastığını bağlayıp uyuturdum. Çok şükür, Allah başka türlü kalıcı hastalık vermesin, o günler geride kaldı. Asla acıte edilecek bir durum değil fakat emzirme olayı çok zor oluyordu. Düşünün ki, bebek gece emmek için uyanıyor, altında bu alet var, çıkaramazsın cart cart bantları ses çıkarıyor uyanır, artık o uykuda kucakta yan çevrilerek tek bacak havada, elimi bacak arasında geçirip belini desteklerdim ki canı acımasın. 

Doktorumuz Yağmur 6 aylık olmasına rağmen hala usg cihazı ile ölçüm yapmaktan yanaydı. Allah bin kere razı olsun, röntgen ışınlarına maruz bırakmak istemiyordu fakat artık usg sonuçları çok sağlıklı sonuçlar vermemeye başlamıştı. En son ölçüm çok zor yapıldı. Yağmur sürekli olarak kıpırdadığı için titrek ve kötü bir görüntü raporu ile çıktık doktorun yanından. Yine hastane ve doktor değiştirmeye karar verdik. Doktorumuzdan çok memnun olmamıza rağmen kızımızın 1 ay daha boşu boşuna o aleti takmasına gönlümüz razı olmadı. Çünkü değerler artık normale çok yakındı. Yarım derece kadar bir eksik çıkmıştı ve o da Yağmur çok hareket ettiği için yalnış çıktığını düşünüyorduk. 
Çok şükür haklı çıktık. Yeni gittiğimiz hastanede röntgen sonuçları kalça değerlerinin normale döndüğünü söylüyordu. Frejka yastığı ve ara bezine veda edişimiz tam olarak 2015 yılının Mayıs ayı idi. Bundan sonra artık 3 ayda 1 doktor kontrollerimiz vardı. 

Süreç hala tam olarak bitmiş değildi. Hala daha da değil, Yağmur şu anda 24 aylık ve hala kendi başına yürüyemiyor. 

Önceleri sabit yatmaktan ve hareketsizliğe bağladığımız bacak tembelliği kendini bir türlü yenemediği için 18 aylıkken rutin kontrollerimizde doktora ayakta kendi kendine duramadığından bahsettik. Yine röntgen, ağlama krizleri ve çok şükür hiç bir sorun olmadığı tanısı. Bekleyeceğiz, her bebek bir değil, genetik faktörler vs. İlk ortopedik ayakkabısı 18 aylıkken yaptırıldı. Önümüz yaz olduğu için beyaz, bantlı bir sandalet. Ciddi bir içe basma sorunu olduğu için ayak oyuntusu kısmı kabarık. O süslü püslü reyon ayakkabılarından maalesef hala giyebilmiş değil. Sadece ayağına özel yapılan, el yapımı ve fakat oldukça şirin tasarlanan ayakkabılar giyebiliyor. 

6 ayımız şirin beyaz ortopedik sandaletlerimizle geçti. Bu süre zarfında çok ilerledik. Bir yere dayanarak ayakta durabilme, iki elinden tutarak yürüme (1.5 yaşına kadar hiç bir şekilde yere basmak istemeyen bir bebek için çok ciddi ilerlemeler) bütün salonu koltuklara tutunarak sıralama, hatta koltuk tepelerine tırmanma ve son haftalarda yürüme yardımcısı oyuncakları iktirerek evi turlama gibi. Hala tek elle tutarak yürüme heveslisi değil ama olacak. 

2 yaşını doldurduktan sonra tekrar bir ciddi doktor arayışına daha girdik. Çünkü artık yürümesi gerekiyordu. Diğer doktorların isimlerini vermedim ama bu doktorumuzun adını burada anmak istiyorum. Dokuz Eylül Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Emin Alıcı. Allah ondan bin kere razı olsun diyorum. Çünkü bizim ihtiyacımız olan, içimizi "neden yürüyemiyor bu çocuk" soru ile yiyip bitiren canavarı 15 dakikada susturdu ve tanıyı koydu. "Eklem gevşekliği" Evet arkadaşlar, Yağmur' a yaklaşık bir hafta önce konulmuş olan ama aşılmasına çok az kalmış olan yürüme engelimizin adı "eklem gevşekliği" Nedeni yok. Yani genetik faktötler dışında bir neden aramak çok anlamsızmış. Yaptığı muayene sonucunda eşimde ve bende de olduğunu söyledi. Yani benim 2.5 yaşında yürümem, Oktay'ın harp okulundaki sık sakatlanmaları, yorulmaları, dahası kayınvalidemin çocukluk çağındaki yürüme problemleri birleşip Yağmur'a kalıtsal bir rahatsızlık olarak geçmiş. Doktorumuz 2-3 ay içerisinde yürüyeceğini söyledi. Hatta bir sonraki gelişinizde yürüyor bile olabilir dedi. 

Bugün yeni pırıl pırıl, o minicik ayaklarının ölçüsü alırak hazırlanmış kırmızı botları geldi. Tıpkı bayram ayakkabıları gibiler. Hatta şifonyerimin üzerinden bana bakıyorlar. 2 yaşındaki kızımın ilk adım ayakkabıları olacaklar inşallah. 

Kaç kez rüyamda Yağmur'u yürürken gördüm hatırlamıyorum. Fakat rüyamda yaşadığım sevinçle uyanma anlarımı çok net hatırlıyorum. 

"Eklem gevşekliği" kalıcı bir rahatsızlık değil arkadaşlar. Bununla da ilgili arama yapıp sayfama ulaşanlar varsa derdi tasayı bir kenarı bıraksınlar. Sadece olaylar biraz slow motion ilerliyor. Yani 1 yaşında değil de, 2.5 yaşında yürümesi gibi. Ya da yaşıtlarına oranla okul çağında daha çabuk yorulabilmesi gibi. Bağ doku denilen şey vücudun hemen hemen her yerinde mevcut olduğu için ilk bebeklik günlerinde gözlerinde kayma olması da çok normal. Endişe etmeyin, geçiyor. Diğer yaşıtlarına oranla çok daha esnek bir yapıda olduğu için bale ve jimnastik için çok uygun olabiliyorlar. Ayrıca hayata biraz daha seyirci kaldıklarından olayları gözlemleme ve analiz etme yetileri de oldukça kuvvetli oluyor. Bu nedenle çok zeki bireysel olarak hayatta var oluyorlar. Çabuk yorulma, beden eğitimi dersini sevmeme, yorucu aktivitelerden kaçınma vs gibi durumlar ise cinsel olgunluğa erişim ile tamamen son buluyor. 

Çok uzun bir yazı oldu. Vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim. Evlatlarımız bizim için şükür sebebi. Onlar bizim sahip olduğumuz en değerli hazineler ve Allah'ın ne kıymetli emanetleri. Benim de çok üzüldüğüm zamanlar olmadı değil. Parka gittiğimde diğer çocukların koşup oynadığını görünce moralim alt üst olmadı değil... Ama anlık üzüntülerdi. Kızımı kucağıma alınca, kokusunu içime çekince, kalıcı bir rahatsızlığı olmadığını, çok yakın zamanda yürüyeceğini düşününce uçup gittiler. 

Yazmak bana iyi geliyor. Yazdım ve iyi geldi :)

Sevgiyle kalın

27 Mart 2016 Pazar

Pütürlü Gıda Sorunsalı

Özellikle bebeği ek gıdaya yeni geçmiş ve pütür yiyemeyen bebeklerin annelere sesleniyorum. Şimdi lütfen sakin olun ve elinizdeki kaşığı sessizce masanın üzerine bırakın. Siz hiç hayatının sonuna kadar püre ile beslenen bir insanoğlu gördünüz mü? Mesela bir restoranda sipariş verirken; "Ben brokoli püresi istiyorum, yanına da çatalla iyice ezilmiş köfte lütfen." diye sipariş veren biri ile hiç karşılaştınız mı? Hayır ben karşılaşmadım da... Lütfen bebeğinizi bu konuda zorlamayın. Ben bir süreliğine etrafımdaki insanların gazına gelip o hataya düştüm. 
Dişlerini yaptırmak için çektirmek durumunda kalan hastalarına, hekimler bir süreliğine sıvı gıda ile beslenmelerini öneriyor öyle değil mi? Peki biz niçin ağzında 3-5 inci tanesi dişi olan el kadar bebeye katı beslenme konusunda envai çeşit işkence uygulamaktayız? Bence asıl sorulması gereken soru bu... 
Çiğneme ve yutkunma alışkanlığı henüz gelişmemiş olan bebeklerin elinde koca koca gevrekler, köşeli köşeli ekmekler görüyorum. Büyük bir parçayı yutamama ihtimalini hiç bir anneye hatırlatmak istemem ama, bazılarımızın bu konuda kendine öz eleştiri yapmasında fayda olduğunu düşünüyorum. 
Yağmur yaklaşık 16. ayına kadar püre ile beslendi. Ağzına kıyma tanesi gelse öğürüyordu. İlk kez 6 aylıkken minik bir karpuz tanesi ile yaklaşık 6-7 dk süren kusma krizi sayesinde tanıştık pütür sorunumuzla. Hemen hemen 10 ay devam etti. Gittiğim her yere blendarımı yanımda götürdüm. Misafirliklere, otellere, tatile.. Pilavı, köfteyi, musakkayı bile blendardan geçirerek verdim. İnsanların anlamsız bakışlarından hiç alınmadım. Çünkü ilk altı ay sadece anne sütü ile beslenen kızımı katı gıdaya alıştırmaya çalışıyordum. Kuşlar gibi ağzımda öğütüp besleyemeyeceğime göre, blendar benim için şarttı :)
17-18. aydan itibaren parmak patates ve köfte ile yavaş yavaş kendi ısırıp, çiğneme alışkanlığı kazandı. Şu anda hala meyve gibi ıslak ve sulu şeyleri elinde tutmaya tahammülü yok :D o yüzden hala kendi kendine meyve yiyebilmiş değil. Ama olsun, zamanla hepsine alışacak. Annelik sabır işi. Önemli olan onların sağlıkla büyümesi değil mi zaten? Gerisi zevkle yapılan işler silsilesi. 

Sağlıcakla kalın...

16 Mart 2016 Çarşamba

Neler Kullandık/Kullanıyoruz?

Ne zamandır bu yazıyı yazmak istiyordum...
Yağmur doğduğu günden beri kullandığımız ürünler ile ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum, belki bir faydamız olur..

Bebek bezi: Yağmur ilk doğduğunda Prima Premium Care kullandık fakat pişik oldu.. Neden bilmiyorum kıpkırmızı oldu çocuğun poposu, Molfix o sıralar göbek oyuntulu bebek bezlerini yeni çıkarmıştı, Yağmur'un da göbek bağı biraz geç düştüğü için (15 gün) cazip geldi, aldık, 18 aydır Molfix kullanıyoruz, çok memnunum. Pişik, sızdırma asla olmadı. Geceleri de hiç değiştirmedim uykusunda (kaka hariç)...



Islak Mendil: İlk 6 ay ıslak mendil kullanmadım. Pamuk ve su ile temizliğini yaptım. Sonra Huggies yeni doğan kullandık. Islak pamuk gibi dokusu, kokusuz olması sebebiyle tercih ettim. O kadar doğal ki, çekerken parçalanıyordu :) Sonra bir ara Huggies banyo ferahlığı aldık, kokusu çok güzel ama bir gün makyajımı temizlerken cildim yandı, tesadüf mü acaba diye ertesi gün tekrar denedim, yine aynı sonuç... Şu anda Molfix bebe losyonlu ıslak mendil kullanıyoruz. Çok memnunum. Hem silinince yumuşacık yapıyor, hem de tahriş etmiyor.




Pişik kremi: Sudo Crem.  İlk günden beri hiç değiştirmeden kullandığım tek ürün. Çok memnunum. 







Şampuan: Chicco saç ve vücut şampuanı. Kokusu bir harika, alerjik bir reaksyonla karşılaşmadık.. Marka da güvenilir olunca, değiştirme gereği duymadım. Sadece bir ara konak olduğu için Mustela'nın konak şampuanını kullanmıştık.








Vücut Losyonu: Sebamed Baby. Bebeklerin cildi zaten yumuşacık.. Losyon, yağ pek kullanmamak lazım. Ama arada kuruyabiliyor.. Sebamed baby bu yönde çok işimi gördü. 1.5 yıldır hala şişenin yarısına ulaşamadık.








Deterjan: Hacı Şakir Granül Matik. Çok memnunum.. Kokusu bebek kokusu gibi. Hatta kızım doğmadan çamaşırlarını yıkadığımızda dolabı bebek bebek kokmuştu. Daha bebek gelmeden odasına bebek kokusunu dolduran ürün :) Ama gerçeğinin kokusu ömre bedel o ayrı :D







Yumuşatıcı: Dalin. Aslında granül matik ile yıkanan çamaşırlar yumuşacık çıkıyor. İlk kutu bittikten sonra tekrar almadım ama kokusu, yumuşaklığı çok güzel.









Bebek arabası: Baby2 Go Travel.. Aslında bu konu apayrı bir yazı başlığı.. Araba genel olarak süper.. Fakat çoook ağır.. Alındığı günden beri bagajda muhafaza edildi. Dışarı çıkaracağımız zaman bagajdan alıp çıkarıyoruz. Eve hiç çıkmadı, çıksa inemezdi muhtemelen :) ana kucağını 6 aya yakın evde ve dışarıda kullandık ama o da yaklaşık 10 kg olduğu için; içinde Yağmur ile merdivenlerden inip çıktığım günler kol ağrısından ölüyordum. Travel sistem arabaların güzel yanı bebek içinde çok rahat, tam yatış ve dimdik pozisyonları var ve çift yönlü kullanılabiliyor. Ancak dediğim gibi çok hantal ve fazla yer kaplıyor. Yedek bir baston araba şart..

Oto Koltuğu: Koala. 2-3 ay araştırdıktan sonra, isofixli olması ve yanlardan darbe emici koruyucuları (sps) olması nedeniyle Koala Ino-Fix tercih ettik. Baş desteği pofidik ve rahat. İsofixler sayesinde arabaya zırh gibi oturuyor, kıpırdamıyor bile, 5 kademeli oturma pozisyonu ile her yolculuk rahat ve keyifli :)







Şimdilik aklıma gelenler bunlar :) daha geldikçe, kullandıkça yazarım.

Sizin de sorularınız olursa seve seve cevaplarım :)
© Sağanak Yağışlı Blog Template designed by Juvmom - Sesukamu