Kış mevsimini hep
sevmişimdir. Dışarısı soğuk, İçerisi sıcak konsepti. Dışarıda burnun soğukken
kıpkırmızı olurken, içeride de sobanın alevinden yanakların al al olacak. Soba
diyorum da tabi, eskiden sobaydı. Şimdilerde doğalgaz faturalarından başka
yerlerimiz al al oluyor. Herneyse.. konumuz bu değil zaten.
Konu, kızımız.
Dünyamızı değiştiren o
beyaz eller, mayalı hamur kıvamında ayaklar, zeytin olgunlaşmıştır hani, tam
geçmeye yakın bir hal alır ya rengi, hah işte o kahveye çalan bal rengi gözler.
Konumuz bu, konumuz Yağmur.
Eskiden korkularım
vardı benim. Kendimi bildim bileli hep sevdiklerimi kaybetmekten korktum.
Detaya girmeye gerek yok, küçük yaşta yaşadığım kayıp beni bu paranoyaya
sürükledi. Paronayaklığımın önüne serdiğim bir bahane perdesi değil bu. Düpedüz
gerçek.. ama gerçek korku diye bildiğim ölüm korkusunun dahi önüne geçen bir
korku sardı tüm benliğimi.. bundan tam bir yıl öncesinde başlayan.. “ya ona birşey olursa?” korkusu..
Haberini aldığım andan
itibaren yaşadığım bu his, hamileliğim 3 aylık olunca geçer sandım. Tutunur ya
dediler, artık 12. Haftadan sonra öyle eğilmeyle, uzanmayla Allah korusun
birşey olmaz dediler. 12 haftalık olmasını bekledim. Olduk çok şükür. Sonra
doktor elime bir kağıt tutuşturdu. Test olacakmış, ikili dediler. Yegane bilgi
yumağı internetten araştırdık elbet. İkilisi varmış, risk olursa üçlüsü,
dörtlüsü dahi varmış. Anneden alınan kandaki değerlerle tespit edilip 10 gün
sonra da sonucu alınıyormuş. Kanı verdik, bekle Allah bekle. Her gün tenefüs arası
internetten online laboratuvar sonuçlarından sorgula. Allaha bin şükür temiz
çıktı. Risk yok. Yüreğimize bir kova su serpildi. Allah olanlara yardımcı
olsun, sabır eylesin denildi. Derken yavaştan hareketleri beklemeye başladık. 5
aylık, 6 aylık oldu bizim kızdan tık yok. Tembel biraz galiba deyip düşünmemeye
çalışıldı. Ayda bir gittiğimiz doktor kontrollerinde, ultrason cihazının
ekranında tık tık atan minik kalbi görünce derin bir oh çekildi. 6 ay boyunca
ayda sadece bir kez kesin olarak sağlıklı olduğunu bilmek gerçekten büyük sabır
isteyen bir durumdu. Tabi bu süreç boyunca eve bebek kalp atışlarını dinlemeyi
sağlayan cihaz mı almayı düşünmedim, karnıma steteskop mu koyup dinlemedim,
neler neler. Derken beklenen tık gelir.
Bir kelebek çırpınışı,
karıncalanma, dünyanın en özel dokunuşudur o... Dünyanın en mutlusu siz
olursunuz. Herkese anlatmak istersiniz hissettiklerinizi, özellikle eşinize.
Karnınızı dinlemesini istersiniz. “bak bakalım, iyi dinle su sesi geliyor mu?”
diye günde 5 defa adamı taciz edersiniz, keşke kulaklarımı göbeğime
götürebilseydim diye geçirirsiniz içinizden. O da dinler garibim. Gelmiyordur
aslında, ama sizi üzmemek için duymuş taklidi yapar. “evet“ der, lıkır lıkır
sesler geliyor. Aslında duymadığını ikimiz de biliyoruzdur, ama o adam öyle
ince, naiftir ki, sizi zerre kadar üzmek istemez o an.
Sonraki aylar
hareketler artar, hızlanır, kuvvetlenir. Artık her gün biriciğinizin sağlıklı
olduğunu kendisinin müjdelemesi kocaman bir lükstür. Birkaç saat geçse ve
hareket etmese, o malum korku çalar kapınızı. Sanki bir ay önce ayda bir, tek
bir hareketini görmek için siyah beyaz ekrana gözlerini mıhlayan siz
değilmişsiniz gibi, nankörlük edersiniz zamana, atmak bilmeyen minik tekmelere.
Uyumazsınız, uyumazsınız. Bildiğiniz tüm duaları okursunuz. Sola yatarsınız,
çikolata yersiniz, süt içersiniz, beklersiniz. Nefes almadan beklersiniz ve
tekme gelir. Maratondan çıkmışcasına yorgun, uyuyakalırsınız, yüzünüzde safça
bir tebessümle.
Günler geçer, haftalar
geçer. Beklenen an gelir. An tanışma
anı, zaman kucaklaşma zamanı. Canını canına katma zamanı. Korku,endişe,
mutluluk, merak, huzur, şükran, heyecan, hepsi birbirine karıştırılmış bir
serum gibi damarlarınızda dolanıyor. Sağlıklı olsun da, diyorsunuz. Eksiksiz
sapa sağlam olsun... artık korkular bitecek diyorsunuz, sanıyorsunuz... daha
yeni başlıyor bilmiyorsunuz.
Şükürler olsun sağsalim
geliyor, yanağınıza konuyor. Yanağınızı emmeye çalışan, 50 cm.lik bir beden
sizi kokusu ile sarhoş ediyor. Epiduralin etkisi ile uyuşuk olan belden
aşağınıza, yavrunuzun kokusu ile uyuşmuş belden yukarınız ekleniyor. Bir bulut
oluyorsunuz, hava oluyorsunuz, birbirinize karışıyorsunuz. Rabbim sana binlerce kez şükürler olsun,
tekrar tekrar..
Hani dedik ya, yavru
sağ salim geldi, korkular bitti. Hey yavrum hey. Korkunun katmerlisi yeni
başlıyor. İşitme testi, kalça ultrasonu, yeni doğan sarılığı, el kadar yavrunun
topuğunu sıka sıka alınan kanlar, her aşı oluşunda gözlerini fal taşı gibi açıp
çığlık çığlığa ağlaması, kalbinizi yerinden sökseler daha az acır. Uykusunda nefes
alıp veriyor mu acaba deyip, kulağınızı burnuna dayamak suretiyle, binbir
zorlukla uyuttuğunuz bebeğinizi defalarca uyandırmanız da, işin matrak
yanlarından.
Niyetim anne adaylarını
korkutmak değil. Bu durumu yaşayan her
kadın, dünyanın en güzel hissine gebedir. Bu korkular olmasa annelik, annelik
olmaz eminim. Bu korkulara da şükür. Korkularımızın hep boşa çıktığı, sağlıklı,
bol neşeli, huzurlu günlerimiz olsun....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder