21 Şubat 2015 Cumartesi

Kedicik...

Küçükken hep bir kedim olsun isterdim. Klasik olarak, mahalledeki yavru kedileri eve getirip aklayıp paklayıp bakmak istemem, annemin karşı çıkması ve kedinin akşamına sokağı geri boylaması örnekleri ile dolu bir çocukluğum var. 
Hayvan sevgim sadece kediden ibaret değil elbette ama kedilere karşı ayrı bir sempatim hep vardı. 
Bu hayalim evlenince gerçek oldu. Eşime yaptığım ağır baskı ve ısrarlar neticesinde bir kedi sahiplendik. Nam-ı diğer "Fernoş"...





Fernoşcuk ile tanışmadan önce mahalledeki kedinin (Mahmure) yavrularını gözüme kestirmiştim. Tam 3 saat boyunca elimde kedi kafesi ile yavruları kovaladım ama tutmayı bir türlü beceremedim. Kafaya da koydum ya hani, olacak. Pet shop'un kulağına su kaçırdım, kedi sahiplenmek istediğimi, tanıdığı, bildiği biri varsa beni yönlendirmesini istedim. Hayatımda tanıdığım en iyi kalpli, gerçek bir hayvan sever olan emekli öğretmen Nazan hanım ile tanışmam da böyle oldu. Evi yardıma muhtaç, engelli, kör kedi-köpeklerle dolu. Fernoşta kardeşinin bahçesinde bir kedinin kapkara yavrusuydu. Aslında gri kardeşlerini gözüme kestirmiştim ama velet kolumun altına giriverdi, yani o beni seçti. Ben onu değil... 
Canım oldu sonra benim. Yağmur'dan önceki evimizin neşesi bu siyah topaktan bir an bile ayrılamıyorduk. Hatta kedilere karşı önyargısı olan eşim bile Fernoş'la benim ilgilendiğimden daha çok ilgilenmiş, yemek verme, oyun oynatma görevlerini gönüllü olarak üstlenmişti. 
Gel zaman git zaman Fernoş eve alıştı, biz Fernoş'a ve sonra Yağmurumuz bize müjdelendi. 20 Ocak 2014 tarihinde bir bebek sahibi olacağımızı öğrendik. Sevinç gözyaşları, kutlaşmalar sonrasında hemen hemen herkesin bize sorduğu tek soru: "kedi ne olacak?" oldu... Ne demek kedi ne olacak? O bizim ailemizden biri.. Tek kaygımız toksoplazma bakterisine karşı bağışıklığımın olmamasıydı, o sorunu da fernoşun tuvalet temizliği ile eşimin ilgilenmesi ve kızımızı bir süre minimum mıncıklamam ile halletmiştik. Bağışıklığım olmamasına ve Fernoşta da toksoplazma bakterisinin aktif olmasına rağmen (ona da test yaptırdık) maksimum dikkat ile çok şükür bir sıkıntı yaşamadan dokuz ayı birlikte geçirdik. Çünkü bu bakterinin sadece kedi dışkısından değil, iyi yıkanmamış yeşillik, az pişmiş ya da çiğ etten de geçebileceğinin bilincideydik. Kedimiz de söz dinleyen, bize asla tuvaleti ile ilgili bir sıkıntı yaşatmamış, tabiri caizse bizden daha titiz bir hayvandı :) Konunun özüne dönecek olursak, Fernoş bizimle kalıyordu, herkesi karşımıza aldık ama kedimizden vazgeçmedik. 
Sıcak ve kasvetli 2014 yazını, gündüzleri karnımda canım kızım, kolumun altında kara kızım ile birlikte evde, geceleri de balkonda geçirdik. Derken Yağmurumuz aramıza katıldı. 
Yağmur doğmadan evvel, Fernoşa vermek için aldığımız ödül mamalarını vermeden önce Yağmurun zıbınlarını, şapkalarını koklatıp sonra ödül mamasını verdik. İlk bir hafta pek yan yana getirmemeye çalıştık ama sonra yanında, koltuğun üstünde dolanmasına izin verdik. Pek oralı olmadı, Yağmurla çok ilgilenmedi ama olumsuz bir tepki de vermedi. Sanırım bizim tecrübesizliğimiz ve elimizden gelmeyen sebeplerden dolayı (Yağmurun ağlaması ile birlikte sabahları bulan uykusuzluğumuzdan Fernoşun da etkilenmesi kaçınılmazdı), özgürlüğüne ve yalnızlığına çok düşkündü ama bebekten dolayı eve gelen misafirler, misafir çocukları tarafından sağının solunun sıkıştırılması, gürültü vs. Fernoş ciddi bir bunalıma girdi. Gerçek anlamda bebek değil ama bebeğin oluşturduğu şartlar hayvanı sinir etmişti. Eski özgürlüğünü arıyor, kendine ait alanlar yaratmak için evin ücra, karanlık köşelerinde dinleniyordu. 
Son olarak ise kuzenimle eşim maç izlerken gol olmasıyla birlikte çok korkan Fernoşun talihsiz bir davranışı üzerine eski sahibine geri vermek zorunda kaldık. Çünkü oldukça stres altında olan Fernoş ile evde 15 günlük olan Yağmurla yalnız kalmak çok göze alabileceğimiz bir durum olmadı, olamadı. Biz beceremedik dedik hep. 
İçimizi rahatlatan tek durum emin ellerde, sıcak bir evde olması. Fotoğrafları ve videoları ile az da olsa özlem giderebilmemiz. Şimdilerde kısırlaştırıdı da. Canımız Fernoşumuz, kızımızın seninle büyümesini hep istedik, hep hayaller kurduk... Seni çok seviyoruz büyük kızımız. Her daim kalbimizde ve evimizin baş köşesinde olacaksın. 

18 Şubat 2015 Çarşamba

...Ve Sonra Birden Dünyanız Değişir...


Kış mevsimini hep sevmişimdir. Dışarısı soğuk, İçerisi sıcak konsepti. Dışarıda burnun soğukken kıpkırmızı olurken, içeride de sobanın alevinden yanakların al al olacak. Soba diyorum da tabi, eskiden sobaydı. Şimdilerde doğalgaz faturalarından başka yerlerimiz al al oluyor. Herneyse.. konumuz bu değil zaten.
Konu, kızımız.
Dünyamızı değiştiren o beyaz eller, mayalı hamur kıvamında ayaklar, zeytin olgunlaşmıştır hani, tam geçmeye yakın bir hal alır ya rengi, hah işte o kahveye çalan bal rengi gözler. Konumuz bu, konumuz Yağmur.
Eskiden korkularım vardı benim. Kendimi bildim bileli hep sevdiklerimi kaybetmekten korktum. Detaya girmeye gerek yok, küçük yaşta yaşadığım kayıp beni bu paranoyaya sürükledi. Paronayaklığımın önüne serdiğim bir bahane perdesi değil bu. Düpedüz gerçek.. ama gerçek korku diye bildiğim ölüm korkusunun dahi önüne geçen bir korku sardı tüm benliğimi.. bundan tam bir yıl öncesinde başlayan..  “ya ona birşey olursa?” korkusu..
Haberini aldığım andan itibaren yaşadığım bu his, hamileliğim 3 aylık olunca geçer sandım. Tutunur ya dediler, artık 12. Haftadan sonra öyle eğilmeyle, uzanmayla Allah korusun birşey olmaz dediler. 12 haftalık olmasını bekledim. Olduk çok şükür. Sonra doktor elime bir kağıt tutuşturdu. Test olacakmış, ikili dediler. Yegane bilgi yumağı internetten araştırdık elbet. İkilisi varmış, risk olursa üçlüsü, dörtlüsü dahi varmış. Anneden alınan kandaki değerlerle tespit edilip 10 gün sonra da sonucu alınıyormuş. Kanı verdik, bekle Allah bekle. Her gün tenefüs arası internetten online laboratuvar sonuçlarından sorgula. Allaha bin şükür temiz çıktı. Risk yok. Yüreğimize bir kova su serpildi. Allah olanlara yardımcı olsun, sabır eylesin denildi. Derken yavaştan hareketleri beklemeye başladık. 5 aylık, 6 aylık oldu bizim kızdan tık yok. Tembel biraz galiba deyip düşünmemeye çalışıldı. Ayda bir gittiğimiz doktor kontrollerinde, ultrason cihazının ekranında tık tık atan minik kalbi görünce derin bir oh çekildi. 6 ay boyunca ayda sadece bir kez kesin olarak sağlıklı olduğunu bilmek gerçekten büyük sabır isteyen bir durumdu. Tabi bu süreç boyunca eve bebek kalp atışlarını dinlemeyi sağlayan cihaz mı almayı düşünmedim, karnıma steteskop mu koyup dinlemedim, neler neler. Derken beklenen tık gelir.
Bir kelebek çırpınışı, karıncalanma, dünyanın en özel dokunuşudur o... Dünyanın en mutlusu siz olursunuz. Herkese anlatmak istersiniz hissettiklerinizi, özellikle eşinize. Karnınızı dinlemesini istersiniz. “bak bakalım, iyi dinle su sesi geliyor mu?” diye günde 5 defa adamı taciz edersiniz, keşke kulaklarımı göbeğime götürebilseydim diye geçirirsiniz içinizden. O da dinler garibim. Gelmiyordur aslında, ama sizi üzmemek için duymuş taklidi yapar. “evet“ der, lıkır lıkır sesler geliyor. Aslında duymadığını ikimiz de biliyoruzdur, ama o adam öyle ince, naiftir ki, sizi zerre kadar üzmek istemez o an.
Sonraki aylar hareketler artar, hızlanır, kuvvetlenir. Artık her gün biriciğinizin sağlıklı olduğunu kendisinin müjdelemesi kocaman bir lükstür. Birkaç saat geçse ve hareket etmese, o malum korku çalar kapınızı. Sanki bir ay önce ayda bir, tek bir hareketini görmek için siyah beyaz ekrana gözlerini mıhlayan siz değilmişsiniz gibi, nankörlük edersiniz zamana, atmak bilmeyen minik tekmelere. Uyumazsınız, uyumazsınız. Bildiğiniz tüm duaları okursunuz. Sola yatarsınız, çikolata yersiniz, süt içersiniz, beklersiniz. Nefes almadan beklersiniz ve tekme gelir. Maratondan çıkmışcasına yorgun, uyuyakalırsınız, yüzünüzde safça bir tebessümle.
Günler geçer, haftalar geçer. Beklenen an gelir. An  tanışma anı, zaman kucaklaşma zamanı. Canını canına katma zamanı. Korku,endişe, mutluluk, merak, huzur, şükran, heyecan, hepsi birbirine karıştırılmış bir serum gibi damarlarınızda dolanıyor. Sağlıklı olsun da, diyorsunuz. Eksiksiz sapa sağlam olsun... artık korkular bitecek diyorsunuz, sanıyorsunuz... daha yeni başlıyor bilmiyorsunuz.
Şükürler olsun sağsalim geliyor, yanağınıza konuyor. Yanağınızı emmeye çalışan, 50 cm.lik bir beden sizi kokusu ile sarhoş ediyor. Epiduralin etkisi ile uyuşuk olan belden aşağınıza, yavrunuzun kokusu ile uyuşmuş belden yukarınız ekleniyor. Bir bulut oluyorsunuz, hava oluyorsunuz, birbirinize karışıyorsunuz.  Rabbim sana binlerce kez şükürler olsun, tekrar tekrar..
Hani dedik ya, yavru sağ salim geldi, korkular bitti. Hey yavrum hey. Korkunun katmerlisi yeni başlıyor. İşitme testi, kalça ultrasonu, yeni doğan sarılığı, el kadar yavrunun topuğunu sıka sıka alınan kanlar, her aşı oluşunda gözlerini fal taşı gibi açıp çığlık çığlığa ağlaması, kalbinizi yerinden sökseler daha az acır. Uykusunda nefes alıp veriyor mu acaba deyip, kulağınızı burnuna dayamak suretiyle, binbir zorlukla uyuttuğunuz bebeğinizi defalarca uyandırmanız da, işin matrak yanlarından.

Niyetim anne adaylarını korkutmak değil.  Bu durumu yaşayan her kadın, dünyanın en güzel hissine gebedir. Bu korkular olmasa annelik, annelik olmaz eminim. Bu korkulara da şükür. Korkularımızın hep boşa çıktığı, sağlıklı, bol neşeli, huzurlu günlerimiz olsun.... 

Merhaba Yeni Blog



Herkese Merhaba,

Geri dönüş heyecanı içerisindeyim. Satır Araları'nı yazarken hep daha tek konsept dışı birşeylere takılırdı aklım. Nasip Yağmur ile birlikte hem ona dair, hem onu beklerken, hem de onu yaşarken yaşadıklarıma, düşündüklerime, tebrübelerime dair bir şeyler karalamakmış.

Dilerim okurken keyif alır, benimle aynı heyecanı paylaşırsınız.

Sevgilerimle,

Duygu KARAKUŞ
© Sağanak Yağışlı Blog Template designed by Juvmom - Sesukamu